30 Nisan 2009 Perşembe

En Zeki Hayvan Şempanze

Hayvanlar Alemi'nin En zeki Yaratığı:

ŞEMPANZE

Bu hayvan, insanların hareketlerini taklit etmekte, öteki yaratıklardan kat kat üstündür.

• ingiliz gezginlerinden ve hayvan koleksiyoncularından Dr. Ansorge bir gün, dar nehirler yoluyla Batı Afrika'nın sık ormanlarının en ücra yerime kadar giren gemilerden birindeydi. Koleksiyoncunun niyeti ormanın içinde tek başına yaşayan bir beyazı ziyaret etmekti. Gece bastırırken iskeleye vardı. O beyazın evini orman içinde nasıl bulacağını düşünürken, birden kendisine yaklaşan bir fener gördü. Bunu taşıyan el, yerden ancak 50 - 60 santim yüksekte olduğuna göre, bir çocukla, ya da bir cüceyle karşılaşacağını umarken, kendisini karşılamaya gelenin bir şempanze olduğunu görmez mi?... Şempanze maymun bir şey demeden Dr. An-sorge'yl elinden tuttu ve ormanın içinde birkaç yüz metre ileriye götürerek efendisine teslim etti. Koleksiyoncu bunun üzerine, ev sahibinin yıllardır bu garip arkadaşla yalnız yaşadığını ve şempanzenin, bütün ev işlerini gördükten başka, ona arkadaşlık ettiğini de öğrendi. Efendisi şempanzeye bütün gemileri beklemesini ve bunlardan inen beyazları kendisine getirmesini de öğretmişti.


En Zeki Hayvan Şempanze

29 Nisan 2009 Çarşamba

DÜŞÜK KULAK SAHİBİNİ NASIL BULDU

DÜŞÜK KULAK SAHİBİNİ NASIL BULDU

«Düşük Kulak» bir İngiliz hava yüzbaşısının kahverengi gözlü ve sarkık kulaklı köpeğiydi. Av uçaklarının içi fevkalade dar olduğundan. Düşük Kulak uçuşlara efendiliyle çıkamaz, onu havaalanı müdürünün odasında beklerdi. Yüzbaşının uçağı yere inmeden, hiç kimse onu oradan ayıramazdı. Harp yıllarıydı. Günün birinde yüzbaşının uçağının da bulunduğu bir filonun Fransa üzerindeki akından dönmesi beklenirken, Düşük Kulak'm ansızın yerinden kalkarak müdürün odasından dışarı fırladığı görüldü.

20 dakika sonra alanın müdürü, bir uçağın alan yakınlarına düştüğünü ve pilotunun da atladığı haberini aldı. Bir saatlik araştırmadan sonra yüzbaşıyı bir bacağı kırılmış halde paraşütünün yanında oturur buldular. Düşük Kulak da oradaydı ve efendisinin yüzünü cesaret verici bir tarzda yalıyordu. Düşük Kulakın, uçağın düştüğünü daha hiç kimse duymadan nasıl hissettiği, efendisinin tehlikede olduğunu nasıl anladığı ve onu nasıl bulabildiği bir türlü izah edilemedi..

köpek.

ÇEGİNGEN RAKUN 'UN MARİFETLERİ



ÇEGİNGEN RAKUN'UN MARİFETLERİ

Kuzey Amerika'ya has rakum adında ayıya benzer, kuyruğu alacalı halkalı bir hayvan vardır. Bir gün bir genç çiftçi bunlardan iki tane rakumu yakalayarak tahta bir kafese hapsetmişti. Birkaç hafta sonra rakumlardan birisi, kendisini yakalayan adamla dost olmuştu, öbürü aksine çekingen duruyor, daima kafesin gerisine kaçıyor, orda kalıyordu. Çiftçi kafese yiyecek koymaya gittiği zamanlar, onu yalnız samimî olanı karşılamaya geliyordu.

Bir gün çiftçi, rakun'ların ikisini de kafeslerinde bulamadı. Çekingen olan rakunun her zaman durduğu köşede kanı bir delik vardı. Besbelli iki hayw an sözel bir plan hazırlamışlar, zeki rakum kafese yaklaşan çiftçiyle meşgul olup, onun dikkatini çekerken, öbürü geceleyin giriştikleri kazının deliğini ve delikten çıkan talaşları gizliyordu.

AHBAP CANLISI BİR FOK

AHBAP CANLISI BİR FOK

1923'te Amerikan Donanmasının «Omaha» gemisi bir gün California' nın San Pedro limanına demir attığı sırada, suyun içinde bir gürültü koptu. Araştırınca, genç bir fok*un gemiye bağlı bir sandala binmeye çalıştığı görüldü. Bunun üzerine geminin yanlarını temizlerken üzerine çıkılan iskelelerden birini; aşağıya sarkıttılar. Ayıbalığı da bunun üstüne çıktı ve güverteye çekildi.

Hayvanın böğründe bir kesik vardı. Geminin doktoru yarayı dikti. Tayfalar da ziyaretçiyi şeker ve çiğ balıkla beslediler. Ayıbalığı yarası iyileşinceye kadar gemide kaldı. Sonra bir gün geldiği yoldan giderek gemiden ayrıldı.

Fakat gemi, limanda kaldığı müddetçe, sık sık gemiyi ziyarete geliyordu. Gemidekiierin dikkatini çektikten sonra, kendisine iskelenin indirilmesini bekliyor, böylece yukarı çıkarak beslenip okşanmak için gemicilerin yanma gidiyordu. İşin enteresan tarafı bu fok «Omaha» gemisini limandaki öbür gemilerden ayırabiliyor , fok balığı başka hiç bir gemiyi ziyarete gitmiyordu.

Kokarca'nın Köpeğe Verdiği Ders

Kokarca'nın Köpeğe Verdiği Ders


BU, Amerika'da geçen olmuş bir vakadır. Bir evde «Butch» adında bir
köpekle «Stripes» yani «Çizgili» adında kokusu alınmış bir kokarca
vardı. Stripes yavru iken onu avluda Butch'un yanma bırakıyorlardı.
Evdekiler, köpeğin bu garip hayvanı, orasını burasını hafif hafif
ısırarak müthiş kızdırdığını keşfetmekte gecikmediler. Bir gece avluya
çıkınca, köpeği yalnız buldular. Parmaklığın dibindeki bir delik,
kokarcamın nasıl kaçtığını açıkça anlatıyordu.


Birkaç
gece sonra avluda otururken, Stripes'in parmaklığın dibindeki delikten
avluya girdiğini görünce, ev halkı son derece sevindiler. Stri-pes'in
peşinde başka bir kokarca daha vardı. Kokarcalar girdiğinde Butch da neşeli neşeli havladı ve
yeni kokarcayı ısırmaya kalkıştı. Hayvan o an pis kokusunu Buteh'a
doğru fışkırttı. Gözleri yanan köpek acı acı uluyarak avlunun en uzak
köşesine kaçtı.


Ertesi sabah ikinci kokarcanın gitmiş olduğunu gördüler. Bir daha da
gelmesine hacet yoktu zaten... Butch, Stripes'i bir daha rahatsız
etmedi.

İlgili: Yabani Köpekler, Hindistan Köpekleri

KIRLANGIÇLARIN İNTİKAMI

KIRLANGIÇLARIN İNTİKAMI


Bir sabah yuvaları evimizin saçağında bulunan iki kırlangıcı,
yuvalarına yerleşen sevimli bir serçeyi kovmaya çabalarken gördüm.
Kırlangıçlar serçeyi kımıldatmayı bir türlü başaramıyorlardı. Bunun
üzerine kırlangıçlar uçtular ve biraz sonra da yirmi kadar kırlangıcı
peşlerine takmış olarak döndüler. Yuvadaki serçeye yeniden saldırmaya
başladılar. Bu kırlangıç kalabalığının hücumuna rağmen, serçe yuvayı
bir türlü terk etmedi.


Kırlangıçlar tekrar uzaklaştılar. İki saat sonra evimizin etrafını o
zamana kadar görmediğim kalabalıkta bir kırlangıç sürüsü kapladı. Bütün
kırlangıçların bir hamlede çullandıkları yuva görünmez oldu. Birkaç
dakika sonra hepsi gitti. Merakla yuvanın bulunduğu yere çıktım. Bunun
üzerine yuvanın ağzının tamamen çamurla sıvanmış olduğunu gördüm,


Aradan aylar geçti. Sonbaharın yağmurlu fırtınaları yuvayı aşağı
düşürünce, etrafındaki yapışkan çamur tabakasını kırdım. İçinden
serçe nin ölmüş ve mumyalaşmış vücudu çıktı.

İlgili: Serçe Kuşu, evcil serçeler

28 Nisan 2009 Salı

İnsan yiyen kaplan beni Nasıl Kaçırdı?

Ünlü kaplan avcısının eşi başlarından geçen korkunç bir kaplar avını anlatıyor.
İnsan yiyen kaplan beni Nasıl Kaçırdı?

KOCAM Derek vahşi hayvan avcısı olarak meşhur olduğundan serseri filleri veya insan yiyen kaplanları öldürmeye ikide bir çağrılırdı. Birkaç yıl önce de bir av partisi dolayısiyle Bombay'da bulunduğumuz sıralarda, onu bir kaplanı öldürmeye davet etmişlerdi. İnsan yiyen bu canavar, doğu kıyısında, Puru denilen yerde bulunuyordu. Birçok yerliyi kaçırmış ve yemişti... Derek onu avlamayı kabul etti.
Puru yakınlarında birçok kaplan vardı, ama yalnız bir tanesi insan yiyici olarak ün salmıştı. Bir fille giriştiği kavga sonucunda bu kaplanın bir ayağı ezilmiş, yayvan kalmıştı. Ama bu sakatlığın, hayvanın saldın hızı üzerinde hiçbir yavaşlatıcı etkisi olmamıştı.
Grubumuz, kocam Derek, silahlarımızı taşıyan Ali, iki yerli yardımcı ve benden ibaretti. Köylüler, büyük bir ağacm üzerinde bir av kulübesi kurmamıza yardım etmişler ve yem olarak da bize genç bir boğa armağan etmişlerdi.
Derek, Ali ve ben av platformunda bütün gece ses çıkarmadan oeJaeaiK. Sigara içemiyor ve ancak fısıltı halinde konuşuyorduk. Mevsim, yağmur mevsimiydi ve soğuk; mize rağmen tarafımız uyu*
fak vakti de gözükmedi. Artık aşağı inmeye karar veraaşak. Derek yere atladı, arkasından da ben... Ali ise silahlan ve leri indiriyordu. Bir anda bîr ça-tırdı koptu, arkasından da bütanın feryadı ile beraber sarih siyahlı bir kitle yanımızdan yıldırım gibi geçip kayboldu. Ağnamı açık kalakaldık. Derek, «ABafctaa birimizi kapmadı,» dedi.
Hemen kaplanın peşine döştük. Sesin geldiği yönde bir, btr buçuk kilometre kadar yürüdük.
Tecrübeli ve cesur bir ava olan Ali daha ileri gitmemenin ihtar etti. Zira Kaplan arkasından geldiğimizi sezerek avını bırakmış ve bize pusu kurmuş olabilirdi. Bir saat kadar beklemeye karar verdik. Bu sürenin sonunda iki yerli ile desteklenen grubumuzla gene kaplanın peşine düştük. Bir müddet yürüdükten sonra boğanın leşiyle karşılaştık. Ali leşe pek fazla yaklaşmamamızı söyledi. Zira kaplan yakınlarda olabilirdi. Boğaya doğru birkaç adım ilerlemiş olan yerlilerden biri, Aü'nin sözünü din-lemiyerek yürümeye devam etti. Aynı anda uzun ve çevik bir vücut yine şimşek hızıyla ortaya çıkarak kükremeler ve feryatlarla karışık bir ses hercümerci arasında yerliyi kaptığı gibi kayıplara karıştı.
Hemen kaplanın peşine düş-tükse de, ayak bileklerimize kadar çıkan çamur ve ustura kadar keskin, yüksek sazlar çabuk ilerlememize engel oluvordu.Zaten bahtsız Hintlinin sesi de pek çabuk kesildi.
Yerlinin cesediyle karşılaştığımız vakit dehşet içinde kaldık. Vücudunun bir kısmı yenmiş, başı ise gövdeden ayrılıp bir ağacın dibine fırlatılmıştı. Yuvalarından fırlamış gözlerde unutulmaz bir dehşetin izleri donup kalmıştı. Midem bulamyordu. Derek'in de sapsarı kesildiğini gördüm. Cesedin iki adım ilerisindeki bir ağaca bir av platformu kurmaya karar verdik. Derek, Ali ve ben yerlerimize geçerek beklemeye koyulduk. Hintliler ise yerlinin akrabalarına acıklı haberi vermek üzere köye dönmüşlerdi.
Hava kararıp da adamcağızın cesedi görünmez olunca biraz rahat ettim. Her halde uyumuş da olacağım ki, Ali omuzuma vurarak beni uyandırdığı zaman saat sabahın ikisi olmuştu. Karanlıkta cesedin başında bir çift parlak göz farkettim. Hemen Derek'le beraber ateş ettik. Kükreme ve pençe gürültüleri koptu. Hayvanın ağaçlara ve çalılara çarptığını duyduk. Sonra ortalığa yine sessizlik çöktü. Fakat biz yerimizden kıpırdamadık.
Bir zaman sonra aşağıda gene gürültüler duyduk. Her halde bu kaplan değildi. Bir çakal veya başka bir leş yiyen hayvan mutlaka zavallı adamın cesediyle kendine ziyafet çekiyordu. Ay bulutların arasına girdiği için, hiç bir şey göremiyorduk. Şafak söktüğü zaman aşağı inebildik. Zavallı adamın kemiklerinin üzerinde hemen hiç et kalmamıştı. Yalınında da koca bir kaplanın cesedi yatıyordu.Ama bu peşine düştüğümüz kaplan değildi.
Uzakten köylülerin gürültü ile geldiklerini duyduk. Konserve kutuları ve teneke parçaları çalarak canavarı korkutup kaçırmak istiyorlardı. Yanımıza gelerek zavallı yerliden arta kalanları topladılar ve gömmek üzere köye götürdüler. Biz de kampımıza döndük.
Ertesi sabah canavardan bir haber alamadığımız için, Derek'-îe birlikte kuş avlamaya çıktık.
Ali'den başka dört de yerli bizimle beraberdi. Ali'ye sorarsanız, o, bizim hafif silâhlarla ava çıkmamızı doğru bulmuyordu. Zira kaplanın her hareketimizi gözetlemesi ihtimali vardı.
Hava yağışlı ve soğuk olduğu için, üzerime kalın ve uzunca bir deri ceket almıştım. Gün sona ermeden hayatımı bu kalın elbiselere borçlu olacağımı nerden bilebilirdim?.. Bir havli zaman avlandık. Kuşlardan başka iki de karaca vurmuştuk. Akşama doğru hepimiz yorulmuştuk.
Tam iki açıklığı birbirinden 1 ayıran bir çalılığın yanından geçîyorduk ki, en umulmadık anda şimşek gibi üzerimize atılan turuncu ve siyah bir vücut gözlerîmizi kamaştırdı. Kulaklarımın dibinde korkunç bir hırlama duydum. Koca bir kafa ile ardına kadar açık bir ağzı hayal meyal görmemle beraber, belimden kavranıldığımı hissetmem bir oldu.
Derek'in, Ali'nin ve yerlilerin bağın şiarını duyuyordum. Öyle şaşkın haldeydim ki, başıma geleni birden kavrıyamadım. Ama durum rüya değil, hakikatti. Kaplan beni belimden yakalamış, ormana götürüyordu. «Bu bir kâbus galiba,» diye düşünecek olduysam da, canavarın çenelerinin belimdeki baskısı ve beni hoplata zıplata sürürkleyişi gerçekti. Beni her an yere bırakıp palçalamaya başlıyabilirdi. Silâhımı hâlâ sol elimde tutuyordum, ama sağ kolum kaplanın ağzmdaydı. Kendime telkin yaparak şuurumu kaybetmemeye çalışıyordum. Zira tek kurtuluş ümidim, canavar beni yere bıraktığı an ona ateş edebilecek durumda olmamdı...
Sebebini anlıyamadım, ama kaplan ansızın geri döndü ve ağaçlarla kaplı bataklığa giden çamurlu yolu terkedip beni açık araziye doğru götürmeye başladı. İşte o zaman Ali'yi gördüm. Elinde Derek'in silâhiyle bizi takip ediyordu. Bu kadar hızlı koşan bir insan şimdiye kadar görmemiştim. Kaplan hem ayağı yüzünden, hem de beni taşıdığı için yavaşlıyordu. Ali'nin arkasından Derek, geriden de yerliler koşuyorlardı...
Takip edildiğini hisseden canavar ansızın döndü ve homurdanmaya başladı. Ama beni bırakmak şöyle dursun, çenelerini büsbütün sıktı. Ali, «Cesaret sahip!.. Cesaret!..» diye bağırıyordu. Ağzında benim bulunmama rağmen, kaplan Ali'ye doğru bir pençe savurdu. Ali geriye sıçrayarak canını zor kurtardı. O zaman üçümüzün de ne korkunç bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzu anladım. Kaplan beni bırakırsa, Derek ile Ali'yi bir anda parçalı-



**Kaplan bir an beni bırakıp Ali'nin üstüne atlamaya hazırlandı. Ama sonra vazgeçti. Homurdanarak bana döndü.**

Kocabaş'ın Sonu

Kocabaş'ın Son
ÜÇ KİŞİLİK bir ailenin
içinde doğmuşum: annem, babam ve Kocabaş'tan ibaret bir ailenin. Daha bir günlükken Kocabaş'ın himayesine girmişim. O, cinsi belirsiz, orta yaşlı ve belli alışkanlıkları olan bir köpekti.
Annem beni, arabamın içinde bahçenin neresine bıraksa, yanıma kimsenin soku-lamıyacağmdan emin bulunurdu. Ben, yürüyecek kadar büyüyünce, Kocabaş bu defa bana gezintilerimde göz kulak olmaya başladı. Bana emin sınırlar tayin etmişti. Bunları aşmaya yeltenişlerimde elimi ağzına alır ve beni yavaşça geriye çekerdi.
Ben okula başladıktan sonra, Kocabaş'ın kendine ayırabileceği biraz vakti oldu. İşte o zaman ihtiyarlamaya başladığını anladığını tahmin ediyorum. Gözleri bozulmuş, eski canlılığı kalmamıştı. Baytarın onu uyutmak tavsiyesini, an* nemle babam uzun zaman duymamazlıktan geldiler.
Sonbahar içinde bir pazar günü babamın Kocabaşla ava çıkmayı sevdiği yere gitmiştik. Annem babama, «Böylesi daha iyi Jim,» deyinceye kadar ben durumda bir anormallik olduğunu farkedememiştim.
Babam derin bir göğüs geçirdi, fakat cevap vermedi. Bu av partileri bizim için büyük bir eğlence idi, fakat o gün babam ne gülüyor, ne de şaka ediyordu. Kocabaş, babamın arkasından otomobilden atlamaya hazırlanırken, an-
nem onun başını okşadı, sonra derhal kitabını açarak oku-' maya başladı.
Çok geçmeden babamın tüfek sesini duyduk. Anneme, «Babam hemen bir av görmüş olmalı,» dedim. Annem evet gibilerdenN başını salladı ve burnunu gürültüyle sildi. Annemin, kendisini ağlatan bu kitapları neden okuduğuna aklım ermiyordu.
Birden annemin, «Aman Allahım!» f eryadıyla yerimden sıçradım.
— «Ne oluyorsun anne? Gelen Kocabaş,» diye söylendim.
Sevgili köpeğim otomobile üç metre kala durdu. Kalçasında, gitgide genişleyen bir kırmızı leke göze çarpıyordu. «Anne, bak! Yaralanmış!» diye bağırdım.
İkimiz de otomobilden atlamaya hazırlandıksa da, Kocabaş, sanki en müthiş düşmanları imişiz gibi, bize dişlerini gösterdi ve hırlamaya başladı.
— «Niçin böyle hareket ediyor?» diye sordum.
Annem elimi avucuna aldı. «Kocabaş çok ihtiyarladı yavrum. İhtiyar köpekler ise ba-zan akıllarını kaçırırlar,» dedi.
Tam o sırada babam koşarak çalıların arasından çıktı. Kocabaş bu sefer ondan tarafa da dönerek hırladı.
Babam, «Allahım, ben bu dikkatsizliği nasıl yaptım?» diye inledi. «Halbuki canını acıtmadan işini bitirmek istemiştim. Ama doğru dürüst önümü göremiyordum gali-
ba... Her halde ağlıyordum!-»
Annem yumuşak bir sesle, «Biliyorum canım, biliyo* rum.» diye mırıldandı. «Ama kendisine yardım etmemize meydan vermediğine göre, gene de başka çare yok.»
Babam cevap vermedi. Otomobilin öteki yanma geçmeye teşebbüs ettiyse de, Kocabaş da arkasından gelmişti. Ne bizim otomobilden çıkmamıza, ne de babamın otomobile binmesine izin veriyordu.
İşte o sırada babam, Kocabaş'ın havlayarak bize göstermek istediği şeyi gördü ve derhal otomobilin altındaki bir şeye ateş etti. Bu, bize atılmaya hazırlanan upuzun, korkunç bir yılandı!..
Babamın, yılandan kestiği 16 parçalı çıngırağı hala muhafaza ederim.
Dönüşte annem otomobili kullanırken, babam Kocabaş'ı kucağına oturttu. Baytar tarafından yarası sarılan Kocabaş, bir hafta sonra eski sıhhatine ve neşesine kavuşmuştu.
Sadık dostumuz bir yıl daha bizimle kaldı. Derken bir gece uykusunda bizden ebediyen ayrıldı. GÖz yaşlarımızın onu uyandıramayacağına inanç getirince, onu, küçükken beni gölgesinde büyüttüğü ağacın altına gömdük.